20 Kasım 2017 Pazartesi
29 Mart 2017 Çarşamba
4 Mart 2017 Cumartesi
Hacimli Bir İlk Kitap: Tanrının Yükseklik Korkusu
Sinan Özdemir
Hacimli Bir İlk
Kitap: Tanrının Yükseklik Korkusu
Altı bölümden oluşan kitabı bir “hafıza
toplamı” olarak değerlendirmek mümkün. Hafıza, hem ana kütle hem de dekor
olarak kitap boyunca sürekli kendini gösteriyor. Şiirin varoluşsal
nedenlerinden birinin hafıza olduğunu dikkate alırsak, şairin bu noktayı merkezde
tutmasının yazdıklarına derinlik kattığı görülecektir. Kitabı bölüm bölüm
incelemekte fayda var çünkü bölümler ve hatta şiirler arasında organik bağlar
olduğunu ve geçişlerin birbirleriyle ilişkilerine bu şekilde daha rahat işaret
edilebileceğini düşünüyorum. Detaylı incelemeye geçmeden önce ise Esenkova’nın
şiir evrenine dair görebildiğim birkaç unsuru ayrıca paylaşmam yerinde
olacaktır.
Esenkova’nın
Şiir Evreni
Daha çok Kontra Fanzin’de yer alan çalışmalarıyla tanıdığım şairin şiir
eğilimlerinin, yaşanılan dönemin olağan bir şekilde yarattığı temasların
dışında, kendine has bir üsluba sahip olduğunu düşünüyorum. Dili bazen yokuş
aşağı bırakan, sözcüklerin seslerinden anlam örgüleri oluşturan, çocuk dilini,
argoyu, masalsı atmosferi, tekerleme yansımalarını vs. olabildiğince akışkan
bir biçimde kullanan bir şair Emirhan Esenkova. Bilinç akışını ve enerjiyi en
hız almış haliyle görmek de mümkün onda, düşüncenin devreye girerek söz
almasını da. Esenkova’nın şiirlerinde deneyselliği de, yeraltı edebiyatının karanlık
havasını da bulabilirsiniz ve bütün bunlar onun şiirinin, belki hayata
bakışının, gerçeklik noktasındaki anlamı, sahiciliği ve gerekliliği kadar
varlar. Özetle, bu çok yönlülüğü şairin şiirlerinde sıkça kullandığı “ahtapot”
imgesine benzetebiliriz. Örneğin “Sokak” adlı şiirde şair, Ahtapot muyum sarıyor kollarım edalı kadınları / Aynı anda üç kişiye
aşık dolanıyorum sokakları (s. 29) diyerek öznesini üç kalpli ahtapotlarla
eşitler ve çizgisellikten kurtarır. Ya da “ahtapotun bacaklarını parçalara
ayırdıkları sofraya” bakarak poetikaya,
insanlara dair eleştirisini başka bir “bütünsellik” noktasından hareketle
ortaya koyar (“Güzaf”, s. 150).
Emirhan Esenkova bir eğilim taşıyıcısı
değil, kendi takıntıları (örneğin “nefes” kavramı kitap boyunca farklı anlam
şemaları ve dilsel düzlemlerde ele alınıyor) ve fobileri (yükseklik, seyahat,
ölüm, uçak, karanlık, hastalık korkusu gibi) olan, bunları şiirsel düzleme
başarıyla aktaran bir şair.
Ayrıca şairin, algısal sıçramalarının
yanında, yerleşik ifadelerin yerinden oynatılması ve tersyüz edilmesi, ritmik
ton gibi unsurları sıkça kullandığını görüyoruz. Duyuya temas ederek hissi
somutlaştıran, böylece okuru da şiire dâhil eden bir atmosfer yaratıyor Esenkova.
Örneğin, kitabı okurken “+ / - ” kutuplardan oluşan bir dizeyle “pil yalayıp”
çocukluğunuzu tadabilir ya da “korse geçirilmiş bir akciğer” ile korkuyu
ensenizde hissedebilir yahut “sıkı sıkı” ikilemesinin ritmik tekrarlarıyla
çölün ortasında ilerleyen trenin sesini oradaymış gibi duyabilirsiniz.
Kontrast:
Saflık ve Kir
Kitaba daha yakından bakmaya başlayalım;
ilk hasarlarımızı bebeklikten alırız. Gördüğümüz ilginin-ilgisizliğin
yansımalarını, açık veya kapalı olarak, hayatımız boyunca taşırız. Hafıza,
üzeri örtülü olsa dahi bu noktadan itibaren devrededir. Bulup çıkarabildiklerimiz
ise ancak çocukluktan başlar. Esenkova, Tanrının
Yükseklik Korkusu’nun ilk bölümü “Methal”de hafızayı işleterek çocukluğuna
dönüyor: İlk çaldığım şey / Bir oyuncak
arabaydı / İçinde zincirleme kazalara karıştığım (“Bitlenmiştim”, s. 11). Kural
koyucuların büyükler olduğu egemen kültürde, öğretilen, dayatılan kodlarla
hareket etmek zorundasınızdır. Fakat lirik özne bir şekilde tavır alır: Ve Nemeçek öldüğünden beri tutuyorum
ağlamamı. Kurala uyulup ağlanmamıştır ama yine de Pal Sokağı Çocukları’nın dramatik
kahramanı Nemeçek’in yanında yer alınmıştır.
Çocukluğa dönmek, saflığa dönmektir,
büyüdükçe tesadüf ettiğimiz kirin yarattığı kontrasttır. Bu yönüyle “çocukluk” hepimiz
için kaçış mekânıdır, temiz olmanın/kalabilmenin şimdide tekrar denenmesidir. Bu
sebeple şair “abur cuburu, Olips’i, gameboy’u, cipsli parmak izini” taşır şiirlerine.
Bir anlamda umudu da.
Bakkal topuna ne kadar sert vurursan
Gideceği yer o kadar belirsiz
Rastlantılar kaçınılmaz – olasılıklar imkansız
Biz kağıt uçak yapan güzel çocuklar
Biz kazanacağız en sonunda – biz (“Kağıt Uçak”,
s. 15)
İlk bölümün, “Kağıt Uçak” adlı
şiirden itibaren içerikte ve dilde sertleştiğini görüyoruz. Sertlik ironiyle kırılarak
yeni bir düzleme geçiliyor, aynı anda masalsı imgelerin kullanımı, muzip bir
konuşma dili, sesin ve bilincin birbirine dolaysız, ritmik karışımı belirginleşmeye
başlıyor. Bakkal topuna “gelişine” vuruluyor artık. “Haydutlar, Damat Ferit’ler,
Bakunin’ler, kaleler” topa tutuluyor. Hayatın hızı ve çocuk enerjisinin bir
çeşit savaşıma girdiği görülüyor: Fiilleri
çekiyorum benim geçmişimden senin şu anına (“Mülk”, s. 22); ve “kötücül
varlıklar” olarak işaretlenen insanlara karşı geçmişin “mek-mak”lı enerjisi bir
panzehir olarak beliriyor.
Yürümek Arnavut kaldırımlarında
Beton dökmek boşluk olan her yere
Çimento ne kadar yoğunsa çimen o kadar istekli
En gri yolları bile bir gün saracak çayır yeşili (“Mek Mak”, s.
20)
Öte yandan, bu bölümde karşılaştığım
zayıf yönleri değerlendirmem gerekirse, şairin “Telve” şiirindeki (s. 23) Kısık ateşte bıraktım kalbimi ya da
“Ayrıksı” şiirindeki (s. 31)
Tutarsızlığım tutarlı // İlerliyorum aksak adım türünden bazı buluşlarını,
söz oyunlarını ve benzer seslerin kullanımlarını örnek verebilirim.
Dağınık
Kimlik
İkinci bölüm “Islak Rüyalar” ile “sütlü
gökyüzü” yerini “sivri olan şeylere tutunan yıldırımlara” bırakıyor. Bu
bölümde, lirik özne, ilk gençlikten hız alıyor. Bir çeşit “dağınık kimlik”
taşıyor da diyebiliriz: Viski mi isterim
yoksa sevgi mi / Yahut sevgilim mi getirsin viskimi (“ Klişe Bulvarı”, s.
35). Sevgiyi, aşkı, seksi, uyuşturucuyu, alkolü yanına alan, başıboş, gezinti
halinde bir lirik özne ile karşılaşıyoruz. Ayrıca, bu bölümde olağanüstü
ögelerin sıkça kullanıldığını görüyoruz ki bunun “kaçışı” sağlayan önemli bir
enstrüman olduğunu söylemek mümkün. “Patlama küreleri, karıncalı akıncılar,
lahana kaplı lastikler, kirpiklerin arasındaki küçük ejderha” bu ögelere
verilebilecek birkaç örnek. Tabii belirtmekte fayda var, ilk gençlik yine de
sert bir dönüşüm olarak karşımızda durmuyor, çocukluk, çocuksuluk zaman zaman
sesini duyurmaya çalışıyor: Tek
ülkeleştiğim yer çocuk yazıları (“Pardon”, s. 53).
Bölümün en etkileyici şiirinin
“Korkuluk” (s. 46) olduğunu düşünüyorum. Bedenimden
önce kalkıp dışarı bakıyorum // Sessiz
bir çığlık on altı dikiş atıyor / Yapışık dudaklarıma gibi dizeler şiirin
adındaki gerilimi başarıyla taşıyor. Yansıtılan bu gerilim aynı zamanda lirik
özneyi “ıslak rüyaların” aslında “geçiciliğiyle” yüzleştiriyor. Sayfalar
ilerledikçe sertleşen dil ile birlikte, alınan hasarların da ağırlaştığını
söyleyebiliriz. Sonundaysa asıl büyük darbeyi yine mecburen büyüyen çocuk alıyor:
Tren raylarına yakın bir ev / Kumdan
kurabiyeler / Korsan DVD’ler / Boşanmış ebeveynler / Düşük // Klişesine değil /
Hakikaten öldü çocuk bu sefer. (“İlayda”, s. 51).
Garip’e
Selam
“B
Şiirler” adlı üçüncü bölüm, genel olarak Orhan Veli’ye, Garip’e bir selam niteliğinde
oluşturulmuş. Esenkova’nın temel izleği “hafıza” ise yine merkezdeki varlığını
korumayı sürdürüyor. Ara bir belirleme olarak bölümün ikinci şiiri “Şey”deki Kafiye / Peri / Orhan Veli / Seviyorum
şiirlerimi (s. 74) dizelerine göz atmakta fayda var. Şairin neden daha dar
kapsamlı bir “seçkiye” yüz vermediğini bu dizelerde görebiliriz. Bakıldığında “kafiyeye,
periye” yaslanan bir şiir yazmıyor Esenkova. Kitapta çeşitli noktalarda
rastlanabilecek bu unsurların, başarısız gibi gözüken, bazen de başarısız olan
yanlarının, kolaylıkla budanabileceği ancak şairin bu yola başvurmadığı aşikâr.
Bu tercihi bütün çocuklarını içeride tutan bir ebeveyn tavrı olarak okuyorum.
Bölüm içeriği için; kısa, nükteli, buluşlara
dayanan, ferah, keyifli bir atmosferin şiirleri değerlendirmesi yapılabilir. Öte
yandan “Cenaze Namazı”, “Mezarekimi” gibi şiirler karanlıklarıyla dikkat
çekiyor. Bölümün kara kutusunu ise “Bellek ’14” oluşturuyor. “En”lerine dönmeye
çalışan lirik özne, hafızanın kritik noktalarını kayıt altına alıyor. “Sesten,
kokudan, aşktan, ben’den biz’e, direniş’e” yürüyen bir şiir “Bellek ’14”. Sayfadaki
QR kod ise, okuru şiiri bütünleyen ilginç bir deneyime çağırıyor.
Tükürük:
Aşkın En Saf Hali
Aşk şiirlerinden oluşan “Aşklık
Sınırı” Cemal Süreya’yı andıran perde dizelerle açılıyor: Her benime / Bir / Kadın ismi versem / Her kadına bir / Ben / Kaç tane
doğmalıyım / Bir bedenden (s. 95).
Her ne kadar lirik özne,
“.Kalpçalar.”da (s. 108) kendini taş
plaklı narin delikanlı olarak gösterse de, bu bölümdeki şiirlerin çoğunda
hamleden çekinmeyen, aşkı, cinselliği bütün çıplaklığıyla kucaklayan bir profil
çiziyor. Aşkını “salyasümük, tekmetokat” sarılarak da yaşıyor, sevgilinin “ruhuna
Fatiha, nefsine Nef’i” okuyarak da.
Somut alanla soyut atmosfer tıpkı aşkın karmaşıklığı gibi iç içe geçiyor
şiirlerde: Yine ucuz kurtulduk / Çamuru fokurdatan sağanak yağmurdan /
Yatakta uzanıyoruz / Sigaramı yakıp uzatıyorsun uzaya / Bir böcek dolaşmış
kollarımızda / En azından kanımız bir / Başka yaşamlarda (“Isırık”, s. 98).
Çocukluk izleğinden uzaklaşmayan
şair, burada da farklı katmanlara erişiyor. kırık
pastel boyalar var ellerimde / kokuları çocukluğumu hatırlatıyor / ben belgrad
ormanı’nda koşarken / sen kremalı çöreğe benziyorsun / gözlük camında döl
varken (“Mon Ami”, s. 104) ya da Hava
yağmurlu olursa eğer / Şemsiyeni açarsın / Hava güneşli olursa / Göğüslerini (“Hastasonu”,
s. 112) dizelerinde olduğu gibi çocuksu, muzip bir eda ile cinsellik
harmanlanıyor. İki saf gerçeklik aynı potada eritiliyor. Tam da bu noktada
bölümün son şiiri, bir başka deyişle bir sonraki bölüm olan “Ziyan”ın
hazırlayıcısı, “Tükürük: Aşkın En Saf Hali” (s. 118) şiirine bakmakta fayda görüyorum.
Şiirin adı ve yukarıda bahsettiklerim sizi yanıltmasın; dizeler son derece
öfkeli, melankolik ve karanlık. “Kremalı çörek” artık “kırılan bir çikolata
tabakasıdır”. “Kelebeklerin çirkinliği” yakından bakınca belli oluyordur.
“Uzaya sigara uzatılmıyordur” çünkü “kainat bir bardak suda saklıdır”. “Hastasonu”
şiirindeki Kan sızar aramıza / Zaten kan
ayırsın bizi en fazla dizeleri yerini Kavuştuk
ama karışamadık birbirimize dizesine bırakmıştır. Şiirdeki baskın duygu-düşüncelerse,
kıskançlık, itiraf ve beyni kemiren sorulardır. Ve ben seni kurtaramam / Sen beni düşünürken / Başkasının içine
boşaldığı anda (…) Etlere olan
hayranlığına / Hırlasın tüm hayvanlar (…) Üşüyorum senin dışında kaldığımda / Benden önce kaç kişiyle yattın ki.
Karanlık
ve Huzur
“Ziyan” karanlık şiirlerin bölümü. Öfke,
umutsuzluk, ölüm, hayal kırıklığı, mutsuzluk; ülke ve dünya eleştirisi; rezidans,
AVM ve camiden mürekkep mimarinin, sistemin, ideolojinin eleştirisi; erklerin
eleştirisi. Ve kötünün karşısında hatırlanan doğa: Bir kaz gibi olmalısın / Beyaz ve masum (“Kaz Aşkı”, s. 127), Beyaz boyanın içinde boğulmuş bir arı (…)
Uslu dursaydık kuşlar kanat çırpmazdı /
Efendi olsaydık balıklar nefes tutmazdı (“Şarkı”, s. 129), Güneşin kafasını kazıdığımda ismini gördüm
ayazda / Buzullar eriyene kadar kolayı tut / Tüm zoraki umutlarını unut / Bu
ulus tıka basa doymuş uğursuzluğa (“Simsiyah”, s. 144). Görüleceği gibi
insanın yarattığı tahribat şairi umutsuzluğa sürüklemiştir. Yıkım, doğal olarak
en büyük etkiyi tabiat üzerinde bırakmıştır. “Ormanlar betonlaşmış”, “ördekler
ölmüştür”.
“Ölüm”
bu bölümün ana meselelerinden biridir. Özellikle bu bölümde karanlığa, ölüme ve
korkuya öyle gömülmüştür ki lirik özne, Ne
çok ölüm lafı var şiirlerimde / Çok fena korktuğumdan herhalde (“Tanatofobi”,
s. 135) derken bulur kendini. Fakat bir şairde bulunması gerektiğini düşündüğüm
özelliklerden olan “karşı duruş” Esenkova için
de anılabilir bir özelliktir. Bölümün perdesinde Ateşi gelmeyecek barut gibiyim (s. 125) diyen şair, aslında hiç de kırılgan
değildir. Öfkeyi, inancı ve eylemliliği hazırında bekletmektedir: Pipeti ısır / Ve karanlığa küfredeceğine bir
ev kundakla (“Simsiyah”, s. 144). Hatırlatmakta fayda var, kitap boyunca
“çocuk hafıza” korku duygusunu, karanlığı eşeleyip durmuştur. Yine çocuk için “kola,
cips” tasasızlığın dekorlarıydı çoğu yerde.
Her ne kadar karanlık bir bölüm olduğunu
vurgulamış olsam da, yer yer tonuna sertlik katılmış olmakla birlikte muzip
söylemin, aşk-cinselliğin burada da kendini gösterdiğini söyleyebilirim. Ayrıca
“Uzunca Bir Konuşma”nın (s. 170) buraya kadar anlattıklarımın,
okuyabildiklerimin fotoğrafını çeken bir özet-şiir olduğunu ve bununla
bağlantılı olarak, bilinç akışını sık sık kullanan şairin uzun yılları kapsayan
şiirinin, matematik bir akıl taşıdığını ekleyebilirim.
Kapanış bölümü olan “Hitam” ise “I”,
“II”, “III” ve “Tıp” başlıklı dört şiirden oluşuyor. Adlarıyla oluşturulan
oyunla birlikte bu şiirleri tek bir şiir olarak görmek mümkün. Bu dış çemberden
farklı olarak daha çok ilk üç şiirin kendi içlerindeki yakınlıklarından söz
edebiliriz. Karanlık imgeler, son bölümde mistik olanla birleşiyor. Seçilen
sözcükler bu havayı yansıtıyor: “miraç”, “menşe”, “menhus” gibi. Hareketli
lirik özne toparlayıcı bir yalvaç tavrıyla söz alıyor artık. İnsanlığı;
kabullenişe, gerçeğe, hakikati görmeye, huzura çağıran, öğütler veren bir
çocuk-yalvaç tavrıyla karşılaşıyoruz. “Tanrı”yı temize çekebilecek kadar naif,
korkularını unutmayacak kadar kendi kalabilen: Tanrı merhametsiz değil – inanın bana / Sadece yükseklik korkusu var /
Bakamıyor aşağıya (s. 181). Kitabı doğru yerden kapatmanın anahtarını ise
“Tıp” taşıyor: Ey dipsiz kuyu / Ve onun
kuru suyu / Ey nabzı durmuş medeniyet / Dünyaya çarpacak uydu / Sessiz olun /
Çocuk uyudu (s. 182).
*İllüstrasyonlar:
Ezgi Beyazit
Kaynak: www.gazeteduvar.com.tr
22 Aralık 2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Ömer Şişman-Sinan Özdemir, Işın Tedavisi (Şiir), Kontra 5. sayı, Şubat 2015
https://drive.google.com/file/d/1avh-EaIKpNo_6BKdIUuB8d0s3wiyTdsb/view?usp=sharing
-
Sinan Özdemir TEKNİK BİR İMKÂN OLARAK DİJİTAL ŞİİR [1] Deneysel Şiire ve hayata dönük olmanın doğal sonucu olarak şair, bi...
-
https://drive.google.com/file/d/0BxqkMEXRDSwUb2xlZ1ZxRUpJS2c/view?usp=sharing